14 Temmuz 2009 Salı
Sophan (Sapanca) Dağı Savaşı ve Bölgedeki Mücadele
Önce Russel üzerine yürüyen Dukas, onunla Sakarya ırmağı yörelerinde giriştiği savaşta yenilgiye uğradıktan başka Botanites’le birlikte esir düştü. Russel esir aldığı İonnes Dukas’ı imparator ilan etti. (Saphan) Sapanca Dağı’na çekilip İstanbul’u ele geçirme hazırlıklarına başlayan Russel, böylece Sakarya ve İzmit havalisinde hakimiyetini kurmuş oluyordu. [2]
Gelişmelerden şaşkına dönen imparator Mihael, bu sırada güçlü bir orduya sahip olan Artuk Bey’le bir antlaşma imzalamaya mecbur oldu. Böylece Sakarya nehrini geçen Artuk, Russel’in Sapanca dağındaki karargahına öncü kuvvetleriyle baskın yaptı. Daha sonra da asıl ana kuvvetlerle yapılan çarpışmalarda Russel’i mağlup edip Russel’le birlikte İonnes Dukas’ı esir aldı. Russel’i fidye karşılığı Franklara ve Yuannis’i de imparatora teslim etti. Bu sayede karşısında hiçbir engel kalmayan Artuk, İzmit, Sakarya ve Marmara sahillerine kadar olan bölgeye yeniden hakim oldu (1072).[3] Bu dönemde bölgedeki mücadeleler daha çok doğrudan merkeze bağlı Selçuklu birliklerince yürütülüyordu.
Büyük Selçuklu Devleti içersinde saltanat kavgaları sürmekteydi. 1072’de Alparslan öldürülünce, yerine vasiyet üzerine oğlu Melikşah geçirildi. Amcası Kavurt Melikşah’ın saltanatını tanımayarak ayaklanınca Melikşah, Anadolu fütuhatına katılarak çok büyük başarılar elde etmiş, orta ve kuzeybatı Anadolu’da Faaliyetlerde bulunup; Sakarya Bölgesini de alan Artuk Bey’i geri çağırdı. Artuk Bey’in ayrılmasından sonra, Sakarya ve çevresi kısa bir süre için yeniden Bizanslıların eline geçti.[4]
Alpaslan’ın ölümü ve Melikşah’ın saltanatı sırasında Kutalmış’ın dört oğlu Anadolu’da fetihlere başlamıştı. Bunlardan Süleyman Şah, Anadolu içlerine kadar ilerleyerek 1075’te kardeşi Mansur ile birlikte İznik’e kadar ilerleyerek Bizans’ın çok önemli merkezlerinden olan bu şehri fethedip hakimiyetini tesis etti.
İznik’i kendisine merkez edinen Süleyman Şah kısa süre içinde başta Bursa ve İzmit olmak üzere tüm Sakarya havzası, Kocaeli yarımadası ve Marmara kıyılarını ele geçirerek Anadolu’nun en batı ucunda güçlü bir yönetim oluşturarak Türkiye Selçuklu Devleti’nin temellerini attı.
Kutalmışoğulları Batı yönünde fetihlere devam ettiler. Bu arada Bizans’taki taht mücadelelerinden geniş ölçüde yararlandılar. Nikephoros Botaneiates 7 Ocak 1078’de kendini imparator ilan ederek Kutalmişoğulları’nın yardımını sağlamıştı. Nihayet o 24 Mart’ta İstanbul’a girerek imparator oldu. Yine imparatorluk mücadelesinde bulunan Nikephoros Bryennios da onların yardımıyla mağlup ve esir edilmişti. Bundan sonra Kutalmışoğulları Boğazlara yakın çevrelerde yerleşmişler, böylece İzmit ve çevresi Selçukluların eline geçmişti.[5]
Bizans İmparatoru I. Alexius zamanında (1081-1116) Bizanslılarla Selçukluların sınırı Kartelimen-Pelekanon (Kartal-Maltepe) hattından geçiyordu. Böylece Sakarya yöresindeki topraklar Selçukluların egemenliği altında idi.[6]
Süleyman Şah’ın bölgedeki hakimiyeti ve başarılı fetihlerinin duyulmasıyla Azerbaycan ve Güneydoğudan yoğun Türk kitleleri buraya doğru akın ederek kendisine iltihak ettiler ve bölgedeki Türk nüfusunun süratle artmasını sağladılar.
Süleyman Şah’ın ölümünden sonra Sakarya bölgesinde kurulan düzen, bir yandan Bizans diğer yandan Büyük Selçuklu devletine bağlı kuvvetlerin tazyikiyle karşı karşıyadır. Buna rağmen bölgedeki Türk hakimiyeti varlığını korumuştur.
Süleyman Şah’ın oğlu Kılıçarslan bölgede Bizans’ın eline düşen şehir ve kaleleri fethetmek üzere mücadeleye girişti. İmparator Aleksios, Türk akınlarının İzmit cihetinde yoğunlaşması üzerine bazı tedbirler aldı. Sapanca gölü ile İzmit Körfezi arasına büyük bir hendek kazdırmaya başladı. İçini su ile dolduracağı hendeği koruyacak kaleler inşasına girişti. Fakat bu projeyi tamamlamadan Mayıs 1096’da haçlı kuvvetlerinin Tuna’yı aşarak İmparatorluk topraklarına girdiğini öğrendi.
Haçlı orduları 1097 yılı başında İstanbul’a geldiler. Haçlı kumandanları imparator Aleksios’la Bizans’ın kendilerine sağlayacağı yardıma karşılık Anadolu’da ele geçirecekleri yerleri bu devlete bırakacakları hususunda bir anlaşma yaptılar. Haçlılar, Bizans kuvvetleriyle birlikte İzmit üzerinden Türk topraklarına girdiler. Haçlıların çoğu Anadolu’ya sızarken Geyve Boğazı’nı kullanmışlardır. 6 Mayıs’ta İznik önlerine geldiler. İznik’ten çekilmek zorunda kalan Kılıçarslan, Batı Anadolu ve Sakarya yöresini tekrar Bizans’a bırakmak zorunda kalıp Konya’yı merkez edinerek devletini Orta Anadolu’da teşkilatlandırdı.[7]
Görüldüğü gibi IV. Haçlı seferinde (1204), haçlılar, İstanbul’u ele geçirerek, Latin İmparatorluğu’nu kurdular. İznik’e kaçan Bizans İmparatoru Aleksios’un damadı Theodoros Laskaris, burada imparatorluğunu ilan etti. Bu dönemde Sakarya ve yöresi, İznik Bizans İmparatorluğu sınırları içinde kaldı. 1061’de Latin İmparatorluğu yıkıldı ve İstanbul yeniden Bizans’ın eline geçti. Bundan sonra Bursa, Bilecik, İzmit, Sakarya yörelerinde yönetim gevşedi ve buradaki Bizanslı valiler yarı bağımsız duruma geldiler. Selçuklularca sınır bölgelerine yerleştirilmiş olan Türkmenler de, bundan yararlanarak Bizans topraklarına saldırılar düzenliyorlardı. [8]
Haçlı seferleri Türklerin bölgedeki hakimiyetini sekteye uğratmıştır. XII. Yüzyılın ikinci yarısından sonra Türk akınları zaman zaman Sakarya boylarına kadar uzanmakla birlikte, bölgenin tekrar Türk hakimiyetine intikali iki yüzyıl kadar gecikecektir.
[1] Erendil, Sakarya, s. 25; Turan, a.g.e, s. 51
[2] Yücel, Yaşar-Sevim, Ali, Türkiye Tarihi, Ankara, 1990, cilt:1, s. 63-64
[3] Turan, a.g.e, s. 51-52
[4] Meriç, Erdoğan, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, Ankara, 2000, s.104; Yurt ansiklopedisi, s. 6455
[5] Meriç, a.g.e, s. 105
[6] Erendil, Sakarya, s. 20
[7] Erendil, Sakarya, s. 20, Köksal, a.g.m, s.31-40; İşsever, Ahi Naci, Taraklı, Ankara, 1994, s. 15
[8] Yurt Ansiklopedisi, s. 6456
10 Temmuz 2009 Cuma
Balkanlardan Göç ve Adapazarındaki Boşnak Muhacirler
İnsanlık tarihinin yaşadığı en sıkıntılı olayların başında gelen bazı göçler bu hareketi gerçekleştiren topluluklar için yeni bir umut, yeni bir yaşam demek. Göçlerin bir kısmı iklim değişikliği kıtlık hastalık gibi tabii sebeplerle meydana geldiği gibi, savaş, mübadele, sürgün gibi trajik nedenlerle de meydana geliyordu. Göçün en büyük nedeni ise katliamlardı.
Son 300 yılda Anadolu’ya Balkanlar ve Kafkasya’dan milyonlarca insan göç etti. Bunların çoğu ise katliamlar nedeniyle gerçekleşen sürgündü. Osmanlı ve Türkiye hiçbir zaman dindaş ve soydaşlarına kapılarını kapatmadı. Önce Osmanlı Devleti’nde sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nde son 300 yıldır cereyan eden göç dalgaları sebep ve sonuçları itibariyle her iki devleti de derinden etkiledi. Osmanlı Devleti’nin Avrupa’dan geri çekilmesiyle oluşan bu göçler, siyasi, kültürel, ekonomik ve sosyal alanlardaki etkileriyle demografik yapıda oldukça derin etkilerde bulunmuştur.
İlk göç hareketleri makalemizin de konusunu oluşturan Balkanlarda başladı. II. Viyana kuşatması başarısızlıkla sonuçlanınca, Avusturya ordusuyla savaşan Osmanlı ordusu geri çekilmek zorunda kaldı. Avusturyalılar Üsküp’e kadar gelerek şehri yaktı. Saray-Bosna ve Selanik ile birlikte Balkanlar’daki en önemli üç merkezden biri olan Üsküp’ten 1687’deki bu olay sonrası İstanbul’a gelen göçmenler Unkapanı civarında bir mahalle kurdular.
Üsküp göçünden sonra da bir kısım göçler olmuştur. 1829’da Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla Mora’da bulunan Türkler göçe zorlanırken 20 bin Türk katledilmişti.
Balkanlar’da göçe yol açan büyük çaplı olaylardan biri, 93 Harbi diye adlandırılan Osmanlı-Rus savaşı idi. 1877-78 tarihlerinde Osmanlı Devleti’nin kaybettiği bu savaş sonrası Sırbistan, Karadağ, Romanya ilk defa bağımsız olurken, Bulgaristan özerk prenslik haline dönüştü. Rus birliklerinin Yeşilköy’e kadar yaklaştıkları savaş sonrasında 1 buçuk milyon insan göç etti. Bunların bir kısmı Balkanlar’daki kaybedilmemiş topraklara yerleştirildi.
1877-78 harbi neticesinde imzalanan Berlin Antlaşması’yla, Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki en uç ileri karakolu olan Bosna-Hersek, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun işgaline bırakılmıştı. Buranın Müslüman halkı olan Boşnaklar ise Hıristiyan bir devletin işgalinde yaşamayı bir türlü kabullenememişler ve göç etmeyi düşünmeye başlamışlardı. Avusturya’nın yaptığı çeşitli zulümler neticesinde 1882-1900 tarihleri arasında 120.000 kadar Boşnak, anavatan olarak gördükleri Osmanlı Devleti’ne göç etmişlerdir.
Adapazarı’na iskan edilen Bosna-Hersek muhacirlerinin sayısının 20 Ağustos 1311 (1 Eylül 1895) tarihli bir belgede 1104 nüfustan ibaret bulunduğu zikredilmiştir. Yine aynı belgede Bosnalı muhacirlerin her birinin durumu, isimleri, meslekleri ve yerleştikleri mahaller zikredilmiştir. 15 Mart 1316 (28 Mart 1900) tarihli diğer bir belgeden anlaşıldığına göre, Adapazarı civarında Gökçe Viran adlı mevkide kurutulan bataklıktan 15.000 dönüm arazinin 4.624 dönümü Boşnak muhacirlerine tahsil edilmişti.
Adapazarı’na yerleştirilen Bosnalıların yerleştikleri semte Hamidiye denmiştir. Bu durum 23 Eylül 1316 (6 Ekim 1900) tarihli bir belgede şu şekilde anlatılmıştır:
“Adapazarı'nda Cami-i Cedid mahallesinde iskan edilen Rumeli ve Bosna ve Tatar muhacirlerinden Bosnalıların bulunduğu semtin Hamidiye ve Tatarların mütevazi oldukları cihetin Mecidiye namlarıyla bittevsim iki mahalle teşkili hakkında”
Bu dönemde Adapazarı’na, Çerkez, Gürcü, Boşnak gibi etnik unsurlar tarafından yapılan göçlerin büyük çoğunluğu Boşnak muhacirleri tarafından yapılmıştı.
93 Harbi’nden sonraki en yoğun göç dalgası ise 1912 Balkan Savaşı’nda patlak verdi. Müslüman tebaa, savaş boyunca sürekli, irili ufaklı katliama uğradı. 1. Balkan Savaşı sonunda Bulgarlar Çatalca’ya kadar ilerlediler ve çok büyük katliamlar yaptılar. Görülen mezalimler üzerine 20. yüzyıl Avrupa tarihinin en önemli göç süreçlerinden biri de başlamış oldu. Balkan Harbi’ni yakından izleyen bir Fransız gazeteci olan Stephane Lauzanne, göçmen kafilelerini şöyle anlatıyordu:
“Demiryolu yaralıları getirirken göçmenlerde yolları dolduruyordu. Yavaş yavaş İstanbul kapılarında acayip bir kalabalık göründü. Bütün mülteciler toplanmıştı. Bir müddet sonra İstanbul’un yolları geçilmez bir hal aldı. Kaba bir örtü ile örtünmüş öküz arabası konvoyu göz alabildiğine uzanıyordu. Her arabada sandıklar arasında bir saman yığını üzerine kadınlar ve çocuklar uzanmış yatıyorlardı. Bütün bu zavallılar savaştan kaçmışlar köylerini terk ederek İstanbul’a canlarını zor atmışlar sokaklarda meydanlarda ve cami civarlarında açıkta uyuyorlardı.... işte bunlar askeri yenilginin göçe zorladığı insanlardı.”
Savaş sonrası Selanik’e de bir çok göçmen aile geldi. gelen göçmen sayısı 30.000 kadardı. Bunların 388’i Boşnak muhaciriydi. Ancak bu muhacirler daha sonradan Anadolu’ya gelmek zorunda kaldılar.
KULAĞINDA KÜPE OLSUN UNUTMA
Rumeli’nin dağı taşı ağlıyor
Kan içinde her subaşı ağlıyor
Parçalanmış gövdelerin yanında
Can çekişen arkadaşı ağlıyor
Bak şu yurda tek bir ocak tütmüyor
Issız kalmış bülbülleri ötmüyor
O sevimli ovaları kurt almış
Bir çobancık davarları gütmüyor
Kara toprak kandan olmuş kırmızı
Doğrandıkça Türk kadını Türk kızı
Can evine canavarca saldırmış
Sürü sürü ırz ve namus hırsızı
Mihraplara haç asılmış, ezanlar
Susturulmuş güm güm ötüyor çanlar
Camilerin minberleri yakılmış
Çizme ile çiğneniyor Kur’anlar
Ey Müslüman kendini hiç avutma
Yüreğini öç almadan soğutma
İnim inim inleyişi yurdunun
Kulağında küpe olsun unutma
14 Ağustos 1913 tarihinde Tahirü’l Mevlevi tarafından yazılan bu şiir, Rumeli Muhacirin-i İslamiye Cemiyeti tarafından muhacirlere yardım toplamak amacıyla “Bulgar Mezalimi İntikam Levhası” ana başlığı altında bastırılmıştır.
19 ve 20. yüzyıllarda milyonlarca kişi Balkanlar ve Kafkasya’dan Anadolu’ya göç etti. 12 milyon olan nüfus, 1914’te 16 milyona yükselmişti. Osmanlı devleti göçü, hem topraklarında yaşayan gayrimüslim nüfusu dengelemek hem de çöken tarım ekonomisini canlandırmak için kullanmayı bildi. Başlarda yerleştirmede bazı aksaklıklar çıktıysa da, sonraki göçlerde daha planlı ve isabetli davranıldı. Kafkasya’dan ve Balkanlar’dan çeşitli tarihlerde gelenlerle önceden yerleşenler arasındaki rekabet duygusu, şehrin yeri ve iktisadi bakımdan sahip olduğu imkanlar, sanayileşme hareketine yol açmakta gecikmemiştir.
Osmanlı topraklarına gelen göçlerin devlete ve Adapazarı’na yaptığı sosyo-ekonomik etkilere baktığımızda: 19 yüzyılda emek problemi mevcuttu. Göçler bu problemi aşmada etkili olmuştu. Ekonomiyi yeniden organize etme, ekonomiyi canlandırma noktasında da Osmanlı için bir avantaj olmuştur.
Baştan sona tarım ekonomisi niteliğine sahip olan Osmanlı ekonomisi tarım yapılabilecek arazi fazlasıyla olmasına rağmen işleyecek olan insan sayısı azdı. Nüfus dengesini yeniden kurmak isteyen Osmanlı, gelen muhacirleri hem tarım arazilerindeki boşalma, hem de gayrimüslim nüfus gerçeklerine göre iskan etti.
Geçtiğimiz yüzyıllarda Sakarya yöresi zengin ve değerli ormanlara sahipti. Ormanların bol oluşu Adapazarı’nda ağaç endüstrisine dayalı çeşitli sanayi kollarının kurulmasını sağlamıştır. Orman ürünlerinin pazarlanmasıyla, bölgede önemli sermaye birikimi sağlanmış; ormanlar kesildikçe ve bataklar kurutuldukça yerini verimli tarım arazilerine bırakmıştı. Balkanlar ve Kafkasya’dan gelen göçmenlerin bir çoğu işte bu bölgelere yerleştirildiler.
Boşnak muhacirlerin yerleştirilmelerinde kısa zamanda lisan ve adetlere uyum göstermelerini ön planda tutmuştur. 1878’den sonra başlayan ve günümüze kadar devam eden göçlerin neticesi olarak şu anda da Türkiye’nin 30’u aşkın vilayetinde Bosna asıllı vatandaşımız yaşamaktadır. Gerek Balkan harpleri gerekse İstiklal Harbi’nden sonra ve hatta günümüzde dahi devletin Boşnakların Türkiye’ye yerleştirilmesinde çok seçici davranmadığı ve bu unsuru kabul ettiğini görmekteyiz. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sırasında, devletin ihtiyaç hissettiği potansiyel insan gücünün sağlanmasında, dağıtılarak yerleştirilen ve bu sayede Türkiye şartlarına kolaylıkla uyum gösteren bu Boşnak muhacirlerin önemli bir katkısı olduğunu söyleyebiliriz. Göç eden Boşnak muhacirler de Osmanlı zamanından beri devam eden alışkanlık ve kız alıp verme gibi akrabalık ilişkileri sayesinde kendilerini Türk kabul edip, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en sadık toplulukları arasında yer almışlardı.
Türkiye’de şahsi teşebbüs ve özel sermaye ile kurulan ve günümüze kadar yaşamını sürdüren ilk banka, 14 Ocak 1914 tarihinde Adapazarı’nda “Adapazarı İslam Ticaret Bankası” adıyla kurulmuştu. Daha sonraları adını Türk Ticaret Bankası olarak değiştiren bu bankanın kurulmasıyla bankacılık tarihimiz yeni ve çok önemli bir aşamaya ulaşmış oluyordu. Göç kaynağı itibariyle Bosna, Silistre, Niğbolu, Diyarbakır gibi bölgelerden gelip Adapazarı’na yerleşmiş olanların da içinde bulunduğu 13 müteşebbis, bu ilk özel teşebbüs bankayı Adapazarı’nda kurmuştur. Banka kurucularından olup Bosnalı bir muhacir olan Hacı Adem Beyzade İbrahim o dönemin Karasu Nahiyesi Belediye Reisi idi. Bankanın Kuruculardan olan İbrahim Bey, bankanın belli bir müddet idare meclisi reisliği yapmıştır. Buradan da anlaşılacağı üzere Bosnalı muhacirlerin arasından üst kademelerde görev almış kişiler çıkmıştır.
Balkan göçmenleri istiklal harbinde büyük mücadele vermişlerdir. İstiklal Harbi’ndeki komutanların başta Atatürk olmak üzere büyük kısmı Rumeli kökenli idi. Orgeneraller M. Salih Omurtak (1889 Selanik), Fahrettin Altay (1880 İşkodra), İzzettin Çalışlar (1882 Yanya) ve Kazım F. Özalp (1880 Köprülü) Atatürk ile birlikte mücadele veren Rumelili komutanlardandı. Büyük şairler Mehmet Akif Ersoy (Arnavutluk), Yahya Kemal Beyatlı da (Üsküp) kökenli Rumelili şairlerimizdendir.
Cumhuriyet dönemindeki göçlere bakacak olursak bu dönemde Anadolu’ya yapılan ilk büyük çaplı göç 1923 mübadelesi ile oldu. Bu göç olayında Anadolu’ya 500 bin civarında Müslüman geldi gelenler Rumların boşalttıkları yerlere yerleştirildi. 1995’ye kadar Türkiye Cumhuriyeti’ne yapılan göçlerin %25’i Yunanistan kökenli idi. Yapılan en büyük göç ise Bulgar göçü idi. Bu göç 1989’a kadar sürdü. 800 bin kişi Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etti. Yine Yugoslavya ve Romanya’dan da 400 bini aşkın kişi Türkiye’ye gelerek yerleşti. 1992 yılında bağımsızlığını ilan eden Bosna Hersek Sırp katliamına sahne oldu. Yüz binlerce kişi ülkesini terk etti. Bunların 20 bin kadarı da Türkiye’ye getirildi.
Tarih boyunca büyük bir çoğunluğu yapılan zulümler sonucu meydana gelen göçlerden Adapazarı da etkilenmiştir. Şehrimizin şu anki nüfusunun büyük bir çoğunluğunun Anadolu dışından veya iller arası gelen göçler neticesinde oluştuğu muhakkaktır. Bu makalemizde Balkan Göçlerini ve bu göçlerin bir bölümünü teşkil eden Boşnak muhacirlerini işledik. Adapazarı’na ilk ayak bastıklarında ekonomik ve kültürel bakımdan büyük zorluklarla karşılaşan Boşnaklar, zamanla bölgeye uyum sağlamış, örf ve adetlerini korumuş, yaptıkları iktisadi girişimlerle de bölge ekonomisine büyük katkılarda bulunmuşlardır.
KAYNAKLAR
-BOA. MV. 1263/35-2
-BOA, Y.A.RES, 110/14
-BOA, Y.PRK.MYD. 17/6.
-BOA. ŞD. 1577/23
-BOA. Y. PRK.MYD. 17/6
-BOA, Y.A.RES, 108/87
-Donald Quataert, The Ottoman Empire, 1700-1922, Cambridge University Press, New York, 2000
-Ahmet Halaçoğlu, Balkan Harbi sırasında Rumeli’den Türk Göçleri (1912-1913), Ankara, 1994
-Münir Kutluata, Sakarya’da Bankacılık ve Türk Ticaret Bankası – The History of Türk Ticaret Bankası and Its Function in Sakarya, İstanbul 1972
-H. Yıldırım Ağanoğlu, Osmanlı’dan Cumhuriyete Balkanların Makus Tarihi Göç, İstanbul, 2001
-O. Arı-C. O. Tütengil, Adapazarı’na Göç ve Çalışma Hayatına İntibak Araştırması The Migration To Adapazarı, İstanbul, 1968
-Emin Akdağ-Haşim Söylemez, “Ateşten Cennete Kaçış”, Aksiyon Haftalık Haber Dergisi, 24 Mayıs 2004, Sayı: 494
-Misha Glenny, Balkanlar 1804-1999 Milliyetçilik, Savaş ve büyük güçler, Çev. Mehmet Harmancı, İstanbul, 2001
13 Mayıs 2009 Çarşamba
Adapazarı’nın İşgalden Kurtuluşu ve Bir Gazete Haberi
Adapazarı ve İzmit bölgesindeki Yunan kuvveti, düzenli bir tümendi. Buna karşılık milli kuvvetler, Recep Reis’in (İpsiz) teşkil ettiği Kuva-yı Milliye’den nizamiyeye çevrilmiş bir tabur, Ethem Şevki Bey komutasında Adapazarı Milis Taburu ve Ziboğlu Hüseyin Efendi’nin komutasında Kuva-yı Milliye’den nizamiyeye çevrilmiş diğer iki taburdan ibaretti. Milli kuvvetlerin tamamı beş tabur piyade, bir milli süvari alayı, üçü seri ikisi adi ateşli olmak üzere beş toptan oluşmuştu. [1]
20 Haziran’da Yunanlılar Söğütlü civarındaki ordugahını pek karışık bir halde bırakarak gece yarısından itibaren çekilmeye başlamışlardı. Yapılan gözetlemede uzun bir ulaştırma kolunun Serdivan sırtlarından İzmit yönüne gittiği görülmüştü. Bu kesimdeki Yunan kuvveti Firuzlu (Ferizli) ve Damlık Köylerini yaktıktan sonra Adapazarı yönünde çekilmişti. Haziran’ın ikinci yarısında, düşmanın özellikle Adapazarı kesiminden İzmit’e doğru yaptığı yoğun ulaştırma faaliyeti gözden kaçmamıştı.
Sakarya bölge Komutanlığı’nın Koşu Tepe’sinden üç yöne doğru çıkardığı kuvvetli üç baskın kolu düşmanla kısa bir çarpışmadan sonra 21 Haziran sabahı saat 04.00’te Adapazarı’na girmeyi başarmıştı. Şehre ilk giren kuvvetler Halit Molla (Akın) ve Kazım Kaptan kuvvetleriydi. Taşkısığı yönünden gelerek Adapazarı’na giren Halit Molla derhal her sokağın başına nöbetçi diktirerek şehrin güvenliğini sağlamış, kurtuluştan sonraki ilk sabah ezanını da kendisi okumuştu. Böylece Adapazarı, 21 Haziran 1921 günü yakılmasına fırsat vermeden Yunan işgalinden kurtarılmıştı. [2]
Adapazarı’nın düşman işgalinden kurtarılışı dönemin birçok gazetesinde 1. sayfa haberi olmuştu. Bunlardan biri de İleri Gazetesiydi. Gazete 22 Haziran 1337 (22 Haziran 1921) tarihli nüshasında haberi “Adapazarı ve Sapanca’nın İstirdadı (geri alınması)” başlığıyla vermişti. Haber, Adapazarı civarında yer alan Lefke Köprüsü fotoğrafı ile resimlendirilmişti. Haberin devamı şöyleydi:
“Dün akşam mevsufen (belirtilen) haber aldığımıza göre Kocaeli yarımadasında bulunan kıtaat-ı milliye (milli birlikler) harekete gelerek Yunanlıları Adapazarı ve Sapanca kasabalarından ihraç etmiş ve mezkur kasabalar istirdad (geri alma) olunmuşdur esasen son günler zarfında İzmit cephesinde Yunanlıların pek ziyade telaş gösterdikleri her an kuvay-ı milliyenin baskınına uğrayacakları bekleniyordu.”[3]